DOĞADA EKOPSİKODRAMA

Doğada ''EkoPsikodrama'' terapi eğitimleri, insanın doğadan yabancılaşmasını  tedavi etme ve sürdürülebilir bir dünya oluşturma hedefi doğrultusunda, ekolojik yaklaşımla doğayı-psikolojiyi-insanı ve psikoterapiyi birleştirir. Birlikte hissetme, birlikte olmak, birlikte yapmak kavramları ile doğada ve kapalı alanlarda sağlıklı ilişkiler oluşturma ve tedavi etme odaklıdır.

EkoPsikodrama Terapi Uygulamaları terapiler, psikoloji - doğa ve insanı birleştirir. Yabancılaşma'yı tedavi etmek üzere sürdürülebilir bir doğa dengesi oluşturmayı gözeten teknik ve yöntemleri- uygulamalı bir bütün içerisinde  inceler. psikodrama grup terapileri ve NLP kişisel gelişim/ koçluk eğitimleri bunlardan birisidir.

Amacı:

Kişiler, kendilerini derin bir tatmin etme ve değerli olma duygusu taşımaktadır ve buna göre hareket etmektedir.. Bunu yaparken bilimselliği kullanır ama doğal olanı ve doğayı unutmaktadır ve ön plana almamaktadır.Suyun akışı asla durdurulamaz, gidecek bir yatak bulur, form değişir ve doğal olanın ona verdiğini kullanmada zorlanmaz. Bu spontantenin başka bir tanımıdır ve korkarım ülkemizde eğitim ve terapiler bu anlamda yeterli düzeye ulaşamamaktadır. Eğer birey, su örneğinde olduğu gibi kendi bütünlüğünü kaybetmez ve doğal spontanitesi olan doğa ile yaşamı birleştirirse doğal spontanitesi olan değişimin yollarını da açmış olacaktır.

Zihnin temelinde ekolojik bilinçdışı yatar; yani her insan doğuştan doğaya dair bir bilince sahiptir. Doğum, doğal bir olaydır ve bebek, kozmik bilinçdışını da doğuştan taşır. İnsan, doğaya zarar verdiği sürece, kendine de zarar vermiş olur.  Doğanın, doğal tedavi edici özelliğini de psikoterapilerde kullanmak gerekmekte ve insan egosunu doğa ile ilişkilendirmek zorundayız. Konserveleşmiş (Robopati) ülkelerde (sanayileşmiş ve sağlıksız teknolojik ortamlar), insanı gün geçtikçe sağlıksız ilişkiler yönlendirmekte ve ruh sağlığını tehdit eder konuma getirmektedir. tüm terapiler, bu ilişkiyi güçlendirmeye ve kişiye sağlıklı bri ruh sağlığı kazandırmaya yöneliktir.

Son yıllarda insanın varoluş sürecinde sosyal, çevresel, biyolojik, kültürel gelişim ve teknolojik alanda ki ilerlemenin hızını ve yarattığı etkiyi düşündüğümde; duygu ve bilinçaltı dünyamızın dış alanlara yayıldığını ve nesnelerle ilişkisini anlamlandırmak, karşılık bulmak zorunda olduğunu gözlemlemekteyim.

Bunlarla birlikte ilişkilerimizde kurallı, geleneklere, yasalara uygun, resmi vb. davranış zorunluluklarının da yorgunluğunu eklediğimizde bilinçsiz ve bilinçli baskılarla kendi iç dünyamızın yaratıcılığını, gücünü, gelişim yerine baskılamaya yönlendiğimizi hatta spontanlığı engelleme çabalarıyla bu yetileri yok ettiğimiz görülmektedir. Bu yetilerimizin kaybı ile birlikte günümüzde kişiler yorgun, eylemsiz, mutsuz ve enerjilerinden yoksun yaşamlarına devam etmektedirler.

İnsan olma ve kendimizi gerçekleştirme yolu sürecimizde yaratıcılığın  gelişimi  ve hareket etme özgürlüğünün zorunluluğunu ve en önemli ihtiyaçlarımızdan biri olduğunu biliriz.  Duygu ve düşüncelerimizi anlamlandırmak, yeniden üretmek ve tasarım yapmak ihtiyacını o nedenle dikkate almak durumundayız.